Çocuklar, bize Yaratıcımızın muhteşem bir armağanı olarak sunuluyor.
Bembeyaz bir sayfa, tertemiz bir fıtrat olarak veriliyor kucağımıza.
Ana rahmine düşen bebeğin nasıl besleneceği, nasıl hareket edeceği, nelere bağlı olarak büyüyeceği, nelerden etkileneceği, neleri hissedeceği; iletişim ve etkileşimi yine muhteşem bir biçimde Yaratıcımız tarafından programlanıyor ve bu bize bildiriliyor.
Aslında her çocuk bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak olağanüstü bir Kullanım Kılavuzuna da sahip. Biz bunu da biliyoruz. Ya da bildiğimizi zannediyoruz. Bu kullanım kılavuzunu dikkatli bir biçimde okuyor muyuz peki? Anlıyor muyuz? Detaylarını gerektiği gibi değerlendirebiliyor muyuz? Yapılması gerekenleri hassasiyetle yapıyor muyuz? Ben hiç zannetmiyorum! Yapabilmiş olsaydık bebeklerimizde, çocuklarımızda, ailelerimizde, gençlerimizde bu kadar “arıza” meydana gelmiş olmazdı…
Biz yine bebeklerimize dönelim isterseniz:
Bembeyaz bir sayfa, tertemiz bir fıtrat ile kucağımıza verilen bebeklerimizin üzerlerine bizler
(anne – babalar, aile büyükleri, okul, öğretmenler, sokak, arkadaşlar gibi) noktalar koymaya, fırça darbeleri vurmaya başlıyor; üstlerini çiziyoruz. Her hareketimiz, her tepkimiz, kullandığımız her kavram, aramızdaki her tartışma, bağırıp çağırmalarımız, her ısrarımız, stresimiz, kaygılarımız bebeğin bembeyaz sayfasına koyduğumuz noktalar ve attığımız fırça darbeleri aslında. Sonrasında ise bazen ortaya birilerine göre “garip bir resim” çıkabiliyor. Anlamıyoruz. “Ya bu çocuk neden böyle oldu ki?” diye hayretler içerisinde kalıyoruz. Oysa ana rahmine düştüğü andan itibaren o bembeyaz sayfayı, tertemiz fıtratı yani çocuğumuzun üzerini nasıl çizdiğimize dönüp baksak… Koyduğumuz noktaları, attığımız fırça darbelerini gözümüzün önüne getirsek anlaşılmayacak bir şey olmadığını da görürüz.
Çocuğumuzun üstünü nasıl mı çiziyoruz?
Mesela daha doğmadan kendimize, dünyamıza, ailemizin beklentilerine, inanç ve değerlerimize, yaşantımızın çevresel dayatmalarına göre bebeğimizin ismini belirliyoruz. Anne – babamızın ismini koymayı istiyorsak bu ismin yanına bize göre modern bir isim de takıyoruz mutlaka! Bu bebek 10 yıl sonra nasıl bir çocuk olacak? Hangi okullarda okuyacak? 20 yıl sonra hangi ortamlarda bulunacak? Kendisine nasıl hitap edilecek? O isim nasıl yazılacak? Nasıl telaffuz edilecek? Daha pek çok cevapsız soru var ama biz o bembeyaz sayfaya en büyük noktayı koyduk bir kere. Neye göre? Tabii ki kendimize göre… Kendimizi tatmin etmek için…
Sonra… Dünyaya gözlerini açan bebeğe, tuttuğumuz takımın tulumunu giydiriyoruz hemen. Bu daha çok fanatik babaların bebeklerinin tertemiz fıtratlarına attıkları bir çizik! Ben hangi takımı tutuyorsam çocuğum da mutlaka aynı takımı tutmalı. Çizdik mi çocuğumuzun üstünü, kendi fanatizmimizin kalın fırçası ile!
Sonra… Hemen hemen her konuda ardı arkasına noktalar, çizimler, fırça darbeleri devam ediyor bebeklerimizin, çocuklarımızın bembeyaz sayfaları, tertemiz fıtratları üzerinde.
Peki, neden böyle yapıyoruz?
Bebeklerimizi, çocuklarımızı kendisi için değil KENDİMİZ için yetiştirmeyi müktesep hakkımız olarak gördüğümüzden! Çocuk bizim çocuğumuz; biz yaptık, sahibi biziz, mal bizim malımız diyoruz adeta değil mi? Madem böyleydi o zaman geçmişte sizin yetiştirilmenizle ilgili ebeveynlerinize neden itiraz ediyordunuz? Onların size çeşitli müdahalelerini “zamanı, modası, çağı geçmiş yaklaşımlar” olarak isimlendirip neden kabullenmiyordunuz?
Bütün mesele bu işte!
Çocuğu kendimiz için değil, KENDİSİ İÇİN YETİŞTİRMEK…
Bütün çocuklarımızı kendi dünyamızın çocuğu olarak değil, KENDİ DÜNYASININ İNSANI OLARAK BÜYÜTMEK…
Bu konuda bütün belediyelerimize, ilgili bütün resmi kurum ve kuruluşlarımıza, sivil toplum örgütlerimize büyük görevler düşüyor. Evlenmek için müracaat eden adaylara evlilik öncesi çeşitli seminerler, kurslar, eğitimler organize edilmeli. Çocuk psikiyatrlarımızdan, psikologlarımızdan, aile danışmanlarımızdan, eğitimcilerimizden, bilim insanlarımızdan yararlanılmalı.
Toplumsal olayların, kadın ve çocuğa uygulanan şiddetin, çeşitli cinnet ve cinayetlerin bugünkü sonuçlarından şikâyetçi olanların da dizlerini dövmeyi bırakıp aileler, bebekler ve çocuklar için ciddi adımlar atmalarının zamanı geldi geçiyor bile!
Hiç olmazsa bir sürücü kursuna, dil kursuna, çeşitli sertifika programlarına verdiğimiz önem kadar evliliklere, aileye, bebeklerimize, çocuklarımıza, gençlerimize önem vermemiz gerekmiyor mu?
Şimdilik son sözüm anne – baba adaylarına, ebeveynlere, aile büyüklerine:
Lütfen kucağınıza verilen bembeyaz sayfalara, tertemiz fıtratlara koyacağınız her noktayı iyi düşünün. Lütfen “Yaşama sebebim!” diyerek canınızdan çok sevdiğinizi söylediğiniz çocuklarınızın üstünü hangi sebeple, ne şekilde ve nasıl çizdiğinizi iyi düşünün.
Arabanızın herhangi bir yeri, gözlüğünüzün camı, telefonunuzun ekranı çizildiğinde neler hissediyorsunuz? Lütfen çocuğunuzun üstünü çizerken bunu da aklınızdan çıkarmayın.
Koyduğunuz her noktanın, attığınız her fırça darbesinin yarın çocuğunuz, ailesi ve toplum için hangi sonuçlarla önümüze geleceğini, bütün bu olumsuz kalıpların nelere mal olacağını aklınızdan çıkarmayın lütfen…